Kadirli’de anaokulları açık hava sınıfı uygulama modeline geçiyor

Kadirli’de anaokulları açık hava sınıfı uygulama modeline geçiyor

SAĞLIKLI BESLENME İÇİN OKUL KANTİNLERİNE DENETİM GERÇEKLEŞTİRİLDİ

SAĞLIKLI BESLENME İÇİN OKUL KANTİNLERİNE DENETİM GERÇEKLEŞTİRİLDİ

Durmuşoğlu Bilecik Merkez ilçe Kongresine Katıldı

Durmuşoğlu Bilecik Merkez ilçe Kongresine Katıldı

Çocuklar güvende ekipleri sosyal hizmet için saha çalışması yaptı

Çocuklar güvende ekipleri sosyal hizmet için saha çalışması yaptı

Emniyet uygulamaları

Emniyet uygulamaları

MÜZİK VE İNSANIMIZ…
    • 8 Mart 2020 - 20:34:52

Müzik; Duygu ve düşüncelerimizi seslerle anlatabilmek için, seslerin bir san’at çerçevesi içinde serbest veya ritimli bir şekilde düzenlenmesidir. Yine müzik, kişilerin ve toplumun özümsediği ve ihtiyaç duyduğu mekân ve duygusallığında kullandığı bazen teselli, bazen dinlendirici, bazen de kendisini uhrevi dünyaya doğru haz aldırıcı özelliktedir. Herkesin kabul ettiği bir şekilde müzik ruhun gıdasıdır da diyebiliriz.

İnsan daima müzikle iç içe olmuştur. Doğduktan sonra başlar beraberliği, hayatı boyunca devam eder ve ölene kadar sürer. Bebek iken annelerimiz ve ninelerimiz bizleri ninnilerle büyütmüşlerdir. Ailesinden, memleketinden, doğduğu yerlerden ayrı kalmış insanımızın duyduğu bir bağlama sesi, sanki ciğerlere sürülmüş gibi kemandan gelen bir dertli nağme ve bir ses sanatçısının söylediği uzun hava türküsü, bu insanımızın duygulanmasını ve gözlerinin buğulanmasına sebep olmaktadır. Aynı şekilde ailesinden uzak bir memlekete gelin giden ve sık görüşme imkânı bulamayan bir gelin kardeşimizin kulağına gelen “yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar …” ile başlayan türkü yüreğini dağlayabilir. Düğünleri yaklaşmış ama yine de tahsil, iş veya askerlik sebebiyle gurbete uğurlayan kızımız ya da delikanlımız “artık dayanamam ben bu gurbete …” sözleriyle başlayan türküyü dinleyecek olursa insan ne hale gelir? Tahmin etmek kolaydır elbette. Güreş meydanlarındaki pehlivanlar, kahramanlık türkülerinin davul zurna ile çalınmasıyla coşarlar. Mehter müziğinin Türk milletinin gönlünde-zihninde nasıl bir yer tuttuğunu anlatmaya gerek var mı a dostlar… Peki, beklemediği bir anda kaybettiği anası, babası, eşi, kardeşi ve evet ciğerinin bir parçası olan bir evladını kaybeden insan bölgenin özelliğine göre ağlar ve ağlarken de ağıt yakar.

İnsan olarak bizlerin farklı zaman, mekân, amaç ve ihtiyaç üzerine terennüm ettiğimiz bu ezgiler/melodiler müziğin birer türleridir. Bebeğe söylenen ninni, güreşlerde çalınan yiğitleme, savaşta çalınan coşturucu marşlar, gurbette söylenen türküler ve yas yerinde yakılan ağıtlar da müziğin farklı formlarıdır. Uluslararası müsabakalarda ilk üç dereceye giren yarışmacımız için ödül töreninde bayrağımızın göndere çekilmesi sırasında İstiklal Marşımızın seslendirilmesi, yarışmacılarımız ve orada bulunanlardan okurken veya ekranları başında dinlerken gururlanıp gözleri sulanmayan var mı acaba?

Düğünlerimizde şartlara göre davul zurna, klarnet, darbuka, keman, ud, kanun, tef gibi çeşitli müzik aletlerinden oluşan orkestra, hatta şimdi bu müzik aletlerinin hepsinin fonksiyonunu tek başına yerine getiren klavye ile bağlama vazgeçilmezlerimizdir. Kınalı kuzularımızı askere gönderirken de aynı şekilde müzik aletleri duygularımıza tercüman olmaktadırlar. Ya mevlitler!.. Mevlit merasimlerindeki mevlithanların o güzel sesleri ve müzik aleti olarak insanı uhrevi âleme götüren özellikle ney, sonra kudüm, klasik kemençe, bendir gibi müzik aletleri ön plana çıkmaktadır.

Müzikte, ses ve ölçü olmak üzere iki ana unsur olup notalarla ölçülendirilmektedir. Müzik kulağı ve nota bilgisi olmayan bir kişinin güzel ezan, kur’an, mevlit, ilahi ve kaside ile şarkı okuma konusunda istenilen sonucu alması mümkün değil gibidir. Okuduğunda bizleri semavi bir atmosfere sürükleyen müezzin, hafız ve mevlithanın nasıl bir eğitimden geçtiğini tahmin etmek zor değildir. Yani bir merhum Kani Karaca, bir Mehmet Emin Ay, bir Sami Savni Özen, bir Ahmet Özhan ve rahmetli İsmail Çoşar gibi isimlerini buraya alamadığımız nice saygı değer gönül dostları kolay yetişmemişlerdir. Bu vesileyle, gönül tellerimizi titretirken bizleri uhrevi âleme götüren bu güzel insanlardan ölenlere rahmet, hayatta olanlara da sağlıklı ve hayırlı-uzun ömürler diliyorum.

İnsanların dert ve ıstıraplarını dindirmek ve acılarını unutturmak için tıp, musıki ile işbirliği yapmaktadır. Tıpta ağrı, ruh hastalıkları ve bazı organik rahatsızlıkların tedavisinde hatta ameliyat öncesinde narkoz yerine musikiden faydalanılmaktadır. İnsanın yanı sıra bazı hayvanlar ile bitkilerin de müziğe ilgi duydukları deneysel çalışmalarla ortaya konmuştur. Özet olarak müzik bütün canlılar için vardır ve önemlidir diyebiliriz.

Var oldukları ister kabul edilsin isterse de inkâr edilsin ama bugün hukuk sisteminde bir yere yerleştirilemeyen, insanlarımızın gönül huzuruna erdikleri ve manevi mektepler olan dergâhlarda da müzik aletleri yerlerini almıştır. Dergâhlarımızdaki kanaat önderleri ile görev alan/hizmet eden insanların meşreplerine göre farklılık arz etmektedir. Şöyle ki;

Mevlevî kolundan gelen dergâhlardaki sema ayinlerinde Ney, kudüm, kanun, klasik kemençe, bendir gibi müzik aletlerinin ne kadar önemli olduğunu hepimiz her yıl Aralık ayında düzenlenen Şeb-i Aruz ve diğer zaman/mekânlarda düzenlenen törenlerde birlikte yaşamaktayız. Bu dergâhlarda yetişen gönül insanları arasından çok önemli ses ve saz sanatçıları ile büyük bestekârlar yetişmiştir. Yurdumuzda yaygın olan musıkî cemiyetleri de aynı şekilde Türk Tasavvuf ve klasik Türk Musıkîsi’nin yaşatılması ve geliştirilmesinde önemli görev yapmış sanatkârlarımızı yetiştirmişlerdir.

Kadirî-Rufai kolundan gelen dergâhlardaki zikir ayinlerinde özellikle bendir veya Halile denilen müzik aleti (halk arasında tef de denilen, fakat tefin zilsiz ve büyük kasnaklı olanı) çok önemli bir rol oynamaktadır.

Bektaşi dergâhlarında ise saz adı ile özdeşleşmiş olan bağlama, cem toplantı ve semah ayinleriyle adeta bütünleşmiştir. Bektaşi nefeslerinin söylenmesinde bağlama, ustasının elinde adeta dile gelmekte ve dinleyen Ehli Beyt âşıklarının yanı sıra bütün dinleyenlerin gönül tellerini de titretmektedir. Bektaşi nefeslerindeki usul bir başkadır ve hemen fark edilir.

Evet, müzik denilince, özellikle içimizden yani bizim olan, bizi bize bizim gibi ifade etmemizin en önemli araçlarından biri olan bu güzelliğimiz, doğduktan ölene kadar bizle yaşamaktadır. Toplumumuzda müziğin her türlüsü sevilmektedir. Hani “Bayburt Bayburt olalı…” diye başlayan tekerlemede geçen klasik batı müziği türü de özel dinleyicilerine aittir. Her biri birer sanat eseri olan ve severek dinlenilen müziği türü, formu, makamı, icra şekli nasıl olursa olsun dışlamamamız ve severek dinleyen insanımızı da saygıyla karşılamamız gerekir. Sonuç olarak, müzik ruhun gıdasıdır düşüncesinde hemfikiriz her halde.

Sizlerin de ruhlarınızı dinlendirecek müzik gıdalarından mahrum kalmamanız dileklerimle…Mustafa Zincirkıran-Eğitimci-Yazar

  • UYARI
  • Sistem 2 Farklı Yöntemle IP Numaranızı Kayıt Altına Almaktadır. Yasal Durumlarda Bu Kayıtlar Yetkili Mercilere Tarafımızdan Verilecektir. Lütfen Yorumlarınızı Buna Dikkat Ederek Yazınız.
  • Yorumla

ANKET

Sitemi nasıl buldunuz?

Üye Girişi
  • Kullanıcı Adınız
  • Şifreniz