Çukurova’da, özellikle oba köylerinde, güneşin batmaya başlamasıyla birlikte sivrisineklerin saltanatı başlar. Kan emici sivrisinekler aç kurt gibi saldırıya geçerler. Çoğu zaman onların saldırısından kurtulamazsınız. Bir yolunu bulurlar ve kanınızı emerler. Şimdilerde durum ilaçlı mücadele ile bir nebze olsun kontrol altına alındı. Ama çocukluğumuzda öyle değildi. Onun için, o zamanlar, ineklerin sağılması, yemeklerin yenmesi gibi çoğu önemli işler güneş batmadan önce yapılırdı.
Yine böyle bir akşamüstüydü. Annem inek sağıyor, ben de yanında oturuyordum. Bir kumru kuşu yanımızda ki ağaca kondu ve “guguk guk, guguk guk”. diye ötmeye başladı. Annem bana sordu; “Oğul, bu kuş ne diyor? “Guguk guk” diyor anne. “Yok” dedi. “Yok oğul, Yusufcuk” diyor. “Nasıl yani?” dedim. Güzel anam kumru kuşunun hikâyesini anlatmaya başladı. O gün çocuk dünyamda ne düşünmüşüm bilemem, ama zihnimde öyle bir yer edinmiş ki bugün hala dün gibi hatırlıyorum.
Annemden dinlediğim kumru kuşunun hikâyesi şu; Bir zamanlar bir köyde odunculuk yaparak geçimlerini sağlayan bir aile, mutlu mesut yaşıyormuş. Bir gün anne baba odun yapmak için ormana gitmişler, çocukları da habersizden arkalarından onları takip etmişler. Olacak ya, çocuklar ormanda yollarını kaybetmişler. Daha kötüsü bir süre sonra kardeşlerde birbirlerini kaybetmişler. Kardeşini bulamayan abla çaresizlik içinde Allah’a yalvarmış: “Allah’ım beni kuş yap ta gökyüzünden kardeşim Yusuf’u arayayım.” Yüce Mevla kızın duasını kabul etmiş ve kız bir kuşa dönüşmüş. Derler ya o gündür bu gündür zavallı kız kuş olmuş Yusufcuk , Yusufcuk diyerek kardeşini arıyor.
Hadi canım böyle saçma şey olur mu dediğinizi duyar gibiyim. Evet, bence de saçma. Alın size saçma başka bir hikâye daha. Yine çocukluğumda bir ihtiyardan dinlemiştim. “Devrin birinde bir kızla oğlan birbirlerini çok sevmiş. Ama aileler evlenmelerine izin vermemişler. Onlarda kaçmaya karar vermişler ve kaçmışlar. Bir mağaraya saklanmışlar. Mağarada dev bir yılan varmış ve kızı yutmaya başlamış. Kız kolları açık vaziyette yılana direnirken bir yandan da oğlana, kurtar beni, diye yalvarıyormuş. Oğlanın korkudan dili tutulmuş ve hiçbir şey yapamamış. Kız ne kadar yalvardıysa da oğlan hiçbir şey yapmamış. Oğlanın hiçbir şey yapmayacağını anlayan kız en sonunda ellerini birleştirmiş ve oğlana dönerek şöyle demiş; “Hiç olmazsa beni kıymetimi bilen yesin.” Zavallı kız öldüğüne değil, kadrinin kıymetinin bilinmediğine yanıyor. Saçma ama kadir kıymet bilmeyi şu hikâyeden daha güzel ne anlatabilir.
Hazır yılandan söz açılmışken saçmalamaya devam edelim. Malum yaz aylarındayız. Havaların ısınmasıyla beraber sinsi düşmanlarımız etrafımızda kol gezmeye başladılar. Her an her yerde karşımıza çıkabilirler. Tarih boyunca insanın duygu ve düşüncelerine yön veren en önemli mefhum ölüm olmuştur. Ölümle ilgili her şey fazlasıyla insanın dikkatini çekmiştir ve yılanda onlardan biridir. Yılan insanda ölüm hissi uyandırır. Ölümcül zehri ve sinsiliği ile yılan efsanevi bir varlıktır ve nice efsanelere konu olmuştur. Tabi her efsane içinde saçmalık barındırır.
Her yörenin kendine has bir yılanı vardır. Çukurova denilince akla karayılan gelir. Zehirli olmamakla beraber korkunçluğundan hiçbir şey kaybetmeyen karayılan intikamcı bir hayvandır. Efsaneye göre karayılanı öldürürsen eşi de intikam almak için seni öldürürmüş. Onun için öldürürsen ya ikisini bir öldüreceksin ya da hiç ilişmeyeceksin. Diyelim ki öldürdün, her an bir yılan tarafından sokulma korkusu başa bela. Bu korkuyla yaşamak bir zulüm. Bu insanoğlu çok acayip. Önce saçma bir korku üretiyor, sonra da bu korkuyu yenmek için başka bir saçmalığa inanıyor. Kendi uydurduğu saçmalığa yine saçma bir çözüm buluyor. Yılanın ağzına ekmek koymak. Eğer ölen yılanın ağzına ekmek koyarsanız arkada kalan eş, eşinin
ekmek çalarken öldürüldüğünü düşünecek ve intikam almaktan vazgeçecek. Bir nevi aldatmaca.
Böyle saf ve masumca saçmalıklara inanan insanoğlu çoğu zaman saf kalamıyor. Öyle saçmalıklara inanıyor, öyle saçmalıkların peşinden koşuyor ki bir bilseniz aklınız şaşıyor. Bazen bir saplantı haline getirdiği bu saçma sapan düşünceleri uğruna ne akıl almaz şeyler yapıyor, duyduğunuzda kulaklarınıza inanamazsınız. Kanın, gözyaşının, zulmün arkasında çoğu zaman bu saçma sapan düşünceler ve inançlar yatıyor. İnanın dünya bugün bu haldeyse sebebi bu saçma sapan düşüncelerdir.
Bizim saf Anadolu insanı da yukarıdaki örneklerde olduğu gibi bazen saçma sapan şeylere inanıyor. Ama bir farkla. Onların saçmalıkları iyiliğe hizmet etmek için var. Anadolu insanı bu saçmalıkların arkasına güzellikler gizliyor. O saçma gibi duran şeyler özünde kötülüğü değil, iyiliği barındırıyor. Ne mutlu onlara ki saçmalıklardan güzellikler çıkarıyorlar.
- UYARI
- Sistem 2 Farklı Yöntemle IP Numaranızı Kayıt Altına Almaktadır. Yasal Durumlarda Bu Kayıtlar Yetkili Mercilere Tarafımızdan Verilecektir. Lütfen Yorumlarınızı Buna Dikkat Ederek Yazınız.
- Metruk bina toplantısı yapıldı
- Peçeli baykuş doğaya salındı
- Ispir ailesinden mevlide davet
- DİLEK LİVANELİ ÖĞRETMENLERLE TECRÜBELERİNİ PAYLAŞTI
- Hastanede yangın tatbikatı
- Seyir halindeki araç yangını söndürüldü
- Traktör sürücülerine reflektör dağıtıldı
- KAYMAKAM DOLU KÖYLÜNÜN SORUNLARINI TEK TEK DİNLEDİ
- Araç yangını söndürüldü
- Sıra sanayi sitesinde ..